Bu Blogda Ara

25 Aralık 2015 Cuma

KÜFRE NASIL DÜŞÜLÜR,KÜFÜR NEDİR ?....

Küfür;bir kimsenin hak olan ahkâmı hükümleri kalbi ile inkâr ve lisanı ile reddetmesidir.Ve şu üç hâlden birisi ile meydana gelir.

  1. 1-İSTİHFAF:İstihfaf;hafifsemek,önem vermemek,küçük görmek,bayağı addetmek ve hiç yerine koymak demektir.
  2. İSTİHLÂL:Burada yasak ve haram olan bir şeyin helâl ve mübâh olmasını istemek veya haramın helâl,mübâh olduğunu iddia ettmek demektir.
  3. 3-İNKÂR:İslâm dinini ve ihtiva ettiği ahkâmı tanımamaya,kabul etmemek için ayak diremeye,ikrarın(kabul) zıddını iddia etmeye inkâr denir.Bu duruma göre;Cenabı Allâh'ın inzal buyurduğu hükümlerle hükmetmemek;inkâr,istihfaf ve istihlâl yoluyla olursa kâfirdir.Bu şekilde hareket edenler  kâfir olurlar.Aksine;Cenabı Allâh'ın inzal buyurduğu hükümlerle hükmetmemek;bu hükümlerin hak olduğunu tasdik ve ikrarla birlikte hilâfında(karşıtında) hüküm küfür değil,fısktır,fasıklıktır(Allâhu Teâlanın emrinden çıkan kimseye fâsık denir)Küfür imanın aksidir,bu bakımdan Şer-i Şerif'in kesinlikle reddettiği küfür şeyleri BİLİP sakınmak icab eder.Bir kimse İslâm dininden çıkınca mürted olur.Bir kimse mürted olursa;1-Dinden çıkıp kâfir olur2-Karısı kendisine haram olur3-Dinden çıkıncaya kadar yaptığı ameli,sevapları silinir3-Mümin annesi ve babasına ,diğer mümin yakınlara vâris olamaz4-Müminlerce yardıma müstehâk olamaz5-Malı ganimet malı olur6-Hayvan kesmesi batıl olur.7-Kâfir olduğu için sevap sahibi olamaz 8-İmana gelmeden ölürse ebedi cehennemde kalır.9-Tövbe edip İslâm'ı kabul etmezse öldürülür 9-Akidleri batıl olur,hükümsüzdür.
                    KAYNAK;KÜFÜR SÖZLER-HÜSEYİN ÂŞIK(Müftü)

MÜSLÜMAN BİR ERKEK KİMLERLE EVLENEBİLİR?

23-Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka.  Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.Nisa 23

24-(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında kalanlar ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz ki Allah (her şeyi) hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Nisa 24

221-"İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler."Bakara 221
61-Münafıklara, “Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygambere gelin” dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.Nisa 61

62-Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiği, sonra da “Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik” diye Allah’a yemin ederek sana geldikleri zaman hâlleri nasıl olur?Nisa 62


3 Kasım 2015 Salı

ANA HAKKI İLE İLĞİLİ BİR KISSA

Beni İsrail zamanında Cürayh adında sofu biri vardı.Herkes onun hayır duasını almaya koşardı.Bir gün namaza durduğunda,anası dışarıdan ona seslendiyse de gayet tabii namazda olduğundan cevap verememişti.Anası durumu bilmediğnden onun,seslenmesine cevap vermeyişine çok incindi ve«İnşâallah bir iftiraya uğrayasın»diye beddua etti.Kapının önünden üzğün ayrılıp gitti.Gel gör k,istemeyerek de olsa ana kalbi kıran sofuya Cenabı Hak Celle Celaluhu neler yaptı.
  O zamanlar bir çobanla gayrimeşrû münasebette bulunan bir fahişe kadın vardı.İşte o kadın dostu çobandan gebe kaldı.Nihayet karnı büyüyüp gebeliği ortaya çıkınca,kadına bu çocuğu kimden peydahladığını sordular.Kadın--Cürayh adlı bir zâhid var,ondan.Bir gün ziyaretine gitmiştim,beni yalnız bularak bu fiili işledi,çocuk onundur,cevabını verdi.Hemen Cürayh'ı devrin padişahının divanına çıkardılar.Padişah ona;
 --Ya Cürayh!..Sen herkese öğüt vermekle tanınıyordun.Hiç senin gibi bir adama böyle gayrı ahlâki bir işte bulunup bu kadınla zina yakışır mı? diye sordu.Zâhid cevaben;
 --Ey yüce padişah!..Sen  beni bu halkın önünde mahçub ettin.Maazallah ben bu fiili işlemedim.Kadın bana iftira eder,dedi.Kadın ise,iftira değil,ırzıma sataşan bu zâhiddir,dedi.O zaman zâhid kişi,bu işteki hikmeti sezdi,anasının beddua ettiğini anladı,başına gelenleri de ona bağlamakta geçikmedi.Ve padişaha:--Senden bir ricam var.Müsaade buyur,anama gideyim,ona söyleyecek sözüm var,sonra gelir her emrine muti olurum,dedi.Melikin ruhsat vermesiyle Cürayh'ı anasının yanına götürdüler.Ağlayarak anasının ayaklarına kapandı--Ya ana!..Senin bana seslendiğinde ben namazda Hakk'ın divanına durmuştum.Bir yardım için de beni çağırdığında namazı bozmayı uyğun bulmadım.Sen ise beni âsi bir evlat sandın,bu yüzden de bana gücendin.Beddua ettiğini anlıyorum.İşim bozuldu,bir iftiraya uğradım.Bana hakkını helâl et,senden tek isteğim budur,hakkını helâl edersen kurtulurum,etmezsen şehitlik şerbetini içmekten başka ne kalır ki?Anası dualar edip,hakkını helâl kıldı.Cenabı Hak o anda zâhidin kalbine şu ilhamda bulundu«Kadının karnındaki çocuğa sor.O,hakikatı söyleyecektir»Zâhid tekrar padişahın yanına vardı,Melike hitaben--O kadını getirin,bakın Hüda'nın tecelli eyleyecek hikmeti sizi nasıl şşırtacak,dedi.Kadını getirdiklerinde Cürayh,padişaha--Ya Melik!..Kadının karnındaki çocuğa sor,babası kimmiş?dedi.--Melik,kadının karnı üzerine elini koyup--Ya çocuk,senin baban kimdir?dedi.Çocuk açık seçik şı cevabı verdi:--Benim atam falan çobandır.Şimdi falan yerde yatmaktadı.Adam gönderin alıp getirsinler.Anam bu zâhid kişiye iftira ediyor,cevabını verdi.Bu acaipliği gören kadın doğruyu söylemeye mecbur kaldı,böylece hak ortaya çıktı.....

2 Kasım 2015 Pazartesi

SELÂM NE ZAMAN VERİLMEZ

İki müslüman karşılaştığı zaman,birbirine Selâmün aleyküm demesi ve sonra el ile müsafaha etmesi sünnettir,günahları dökülür.Hanği durumlarda selâm verilmez:
1-Namazda olana selâm verilmez.
2-Hatip efendiye,hutbe okurken selâm verilmez.
3-Kur'ânı kerim okuyana selâm verilmez.
4-Zikir ve vaaz edene
5-Hadîsi şerif okuyana,
6-Yukarıda yazılanları dinleyenlere
7-Fıkıh dersi çalışanlara
8-Mahkemede,hâkimlere
9-Din dersi müzâkere edenlere
10-Müezzine,ezân okurken
11-Müezzine,ikâmet okurken
12-Din dersi veren muallime
13-Zevcesi ile meşğul olana
14-Avret yeri açık olana
15-Abdest bozmakta olana
16-Yemek yemekte olana
Her zaman selâm vermek haram olanlar

1-Yabancı kızlara,genç kadınlara selâm verilmez.                    KAYNAK:SEADETİ EBEDİYE sf.363
2-Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.
3-Gıybet edenlere selâm verilmez.
4-İçki içenlere selâm verilmez.
5-Şarkıcılara 6-Âşikâre günah işleyenlere 7-Kızlara,kadınlara bakanlara selâm vermek haramdır.

21 Ekim 2015 Çarşamba

İSLÂM ÂLEMİNİN REİSİ TÜRKİYE'DİR VE TÜRKİYE KALACAKTIR!....

 Bu kelâm bana ait değil,MUSA DEDE BAYBURDİ HAZRETLERİ'NE aitttir,ve şöyle devam ediyor.
---Evliyaullahın büyük çoğunluğu Türkiye'dedir.
---Mehdi hazretlerine asker yetiştirenler bu devrin cihadını yapıyorlar.
---Buğünkü müslümana kalsan olmaz amma,Allâh'ın izniyle olacak...
---Bu devirde,İslâm için yapılan en küçük hizmet,İslâm hükümlerine muhabbet hududundaki birleştirici her gayret,Allâh ile olun emrinin sırrına mazhar kılınmış,bu irade,hizmet ve gayretler,Rasulullah Efendimizin saadetli zamanındaki tebliğatına yapılmış yardımdan sayılmıştır.
---Şimdi siyaset zamanıdır,siyaset ise şarttır.Allâh'ın,Habibinin ve velilerin de siyaseti vardır.Siyasetimiz İslâm siyasetidir.
---Kurtuluş savaşından sonra velilerin umumu Rasülullah Efendimize rica etti ki:
---Ya Rasülullah,kerem buyur,müslümanlık Türkiye'de kâfirlerin işgâlinden kurtulsun.
Emir buyurdu ki:
     ---Hayır,burasıda küfrün idaresinde kalacak.Değilse,İslâmın şerefini muhafaza edemezler.
    Velilerin umumu tekrar tekrar yalvardılar ki:
---Ya Rasûlallah,kerem buyur,bu idareyi kaldır....Bunun üzerine Risâletpenah Efendimiz,velilerin ricasını kabul buyurup kâfirlerin defini emretti amma,velilerin de umumunun selâhiyetini kendilerinden çekip aldı.Âdil Sultan Hazretlerinin teşrifine kadar velilerin selâhiyeti şimdi kendilerinde değil.Peygamber Efendimiz günlük emrini Kutbul Aktab'a(velilerin başı) tebliğ eder.
  Bu günlerde aynı sınavdan tekrar geçiyoruz,her müslümana düşen önce çook istiğfar edip ve gece gündüz ülkemizin bölünmemesi,huzuru,başımızdaki şerleri hayra çevirmesi için Rabbimize canı gönülden dua etmemiz.....

18 Ekim 2015 Pazar

SALÂVAT İLE İLĞİLİ BİR KISSA

     Bir gün Hazreti Peygamber(alehhisselâm) ashabı ile oturuyordu.Cebrail  aleyhhisselâm gelerek,kendilerine selâm verdikten sonra:
   -Ya Rasülallâh!..Şimdi yanına birisi gelecek,o kişi senin âşıklarındandır.Sana her gün salâvat hediye eder.Hak Teâlâ onu iyi ağırlamanı emir buyurdu,dedi.
    Filhakika biraz sonra bir adam geldi ve cemali Rasûlullahı hayranlık ile seyreyledi.Sanki bir dertli lokmanını bulmuş gibi mutlu idi.Cenabı Peygamber ona yanında yer gösterip,izzet,ikram eyledi.Ashabı Kiram bu şahsa gösterilen ikram ve izzete şaşarak kim olduğunu öğrenmek istediler ve birbirlerinden işaretle kim olduğunu sordular.O zaman Rasûlü Ekrem yarı tebessüm eyledi.Ve ashabı kiramın merakını giderecek şu sözleri söyledi:
 --Bu ümmetimden ondan çok bana salâvat getiren yoktur.Bu salâvatlar nezdi ilâhide dercolundu.Hâlikimden bana bu zâta ikram ve izzette bulunmaklığım emrolundu.Kim bana yakın olmak dilerse çok salâvat getire.Bu salâvatlar günahlarının keferati olup yarın bana yol bulmalarına vesile olur,dedi.
   „Ümmetimden biri kendiliğinden bana salâvat getirse,onun kabrinde bir melek ayân olacak.O melek arşı âlânın altına varıp Cenabı Hakka:
   --Bu gelen mevta kulun dünyada iken Habibine salâvat getirip onu hoşnut etmişti.Şimdi senin divanına arzı hâle geldi.Sen de onu taltif buyur, diye istirhamda bulunacak.Hak Teâlâ da ona:
   --Ya melek,o kuluma yapacağım lutfa şimdi sen tanık ol.Değilmi ki o,Habibimi fânide dilinden düşürmemiş,ben de uhrada ona her nimeti vereceğim.Bütün günahlarını affû mağfiret eyleyeceğim.O ettiği salâtın her harfi için bir melek halkedeceğim.O meleğin 360 başı,her başın o kadar yüz ve dili bulunacak,bütün bu dilleriyle o kulumun affı için bana yalvaracak,diye buyuracaktır.»
«Ümmetimin ettiği nice güzel dualar aradaki hicaplar sebebi ile Hak Teâlâ'nın derğâhına ermez.Bana salâvât getirilmeden yapılan dualar Hak Teâlâ'ya vâsıl olmaz.Benden salâvat esirğeyen bahil(cimri)cennet yüzü görmez»buyurdu.«Beni dünyada salâvatla ananı ben yevmi mahşerde arar bulurum»buyurdu sevğili peyğamberimiz aleyhisselâm.           Kaynak:Ahmediyye Şerhi

30 Eylül 2015 Çarşamba

HZ.PEYĞAMBERİMİZİN(Aleyhisselâm) ANLATIMI İLE HZ.İBRAHİM(a.s)


 HZ. İBRAHİM VE HZ. İSMAİL ALEYHİMASSELAM'IN KISSALARI

4957 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Hz. İbrahim beraberinde Hz. İsmail aleyhimasselam ve onu henüz emzirmekte olan annesi olduğu halde ilerledi. Kadının yanında bir de su tulumu vardı. Hz. İbrahim, kadını Beyt'in yanında, Devha denen büyük bir ağacın dibine bıraktı. Burası Mescid'in yukarı tarafında ve Zemzem'in tam üstünde bir nokta idi. O gün Mekke'de kimse yaşamıyordu, orada hiç su da yoktu. İşte Hz. İbrahim anne ve çocuğunu buraya koydu, yanlarına, içerisinde hurma bulunan eski bir azık dağarcığı ile su bulunan bir tuluk bıraktı.

Hz. İbrahim aleyhisselam bundan sonra(emr-i ilahi ile) arkasını dönüp (Şam'a gitmek üzere) oradan uzaklaştı. İsmâil'in annesi, İbrahim'in peşine düştu (ve ona Kedâ'da yetişti).

"Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?" diye seslendi. bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim, (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi:

"Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?" dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine: "Evet!" buyurdu. Kadın:

"Öyleyse (Rabbimiz hafizimizdir), bizi burada perişan etmez!" dedi, sonra geri döndü. Hz. İbrahim de yoluna devam etti. Kendisini göremeyecekleri Seniyye (tepesine) gelince Beyt'e yöneldi, ellerrini kaldırdı ve şu duaları yaptı: "Ey Rabbimiz! Ailemden bir kısmınnı, senin hürmetli Beyti'inin yanında, ekinsiz bir vâdide yerleştirdim -namazlarını Beyt'inin huzurunda dosdoğru kılsınlar diye-. Ey Rabbimiz! Sen de insanlardan mü'min olanlarrın gönüllerini onlara meylettir ve onları meyvelerle rızıklandır ki, onlar da nimetlerinin kadrini bilip şükretsinler" (İbrahim 37).

İsmail'in annesi, çocuğu emziriyor, yanlarındaki sudan içiyordu. Kaptaki su bitince susadı, (sütü de kesildi), çocuğu da susadı (İsmail bu esnada iki yaşında idi). Kadıncağız (susuzluktan) kıvranıp ızdırap çeken çocuğa bakıyordu. onu bu halde seyretmenin acısına dayanamayarak oradan kalktı, kendisine en yakın bulduğu Safa tepesine gitti. Üzerine çıktı, birilerini görebilirmiyim diye (o gün derin olan) vadiye yönelip etrafa baktı, ama kimseyi göremedi. safa'dan indi, vadiye ulaştı, entarisinin eteğini topladı. Ciddi bir işi olan bin insanın koşusuyla koşmaya başladı. Vadiyi geçti. Merve tepesine geldi, üzerine çıktı, oradan etrafa baktı, bir kimse görmeye çalıştı. Ama kimseyi göremedi. bu gidip-gelişi yedi kere yaptı. İşte (hacc esnasında) iki tepe arasında hacıların koşması buradan gelir.

Anne, (bu sefer) Merve'ye yaklaşınca bir ses işitti. Kendi kendine: "Sus" dedi ve sese kulağını verdi. O sesi yine işitti. Bunun üzerine:

"(Ey ses sahibi!) sen sesini işittirdin, bir yardımın varsa (gecikme)!" dedi. Derken Zemzem'in yanında bir melek (tecelli etti). Bu Cebrail'di. Cebrail kadına seslendi: "Sen kimsin?" Kadın: "Ben Hâcer'im, İbrahim'in oğlunun annesi..."

"İbrahim sizi kime tevkil etti?"

"Allah Teâla'ya."

"her ihtiyacınızı görecek Zât'a tevkil etmiş."

Ayağının ökçesi -veya kanadıyla- yeri eşeliyordu. Nihayet su çıkmaya başladı. Kadın (boşa akmaması için) suyu eliyle havuzluyordu. Bir taraftan da sudan kabına doldurdu. Su ise, kadın aldıkça dipten kaynıyordu."

İbnu Abbas radıyallahu anhüma dedi ki: "Allah İsmail'in annesine rahmetini bol kılsın, keşke zemzemi olduğu gibi akar bıraksaydı da avuçlamasaydı. Bu takdirde (zemzem, kuyu değil) akar su olacaktı."

Kadın sudan içti, çocuğunu da emzirdi.

Melek, kadına:

"Zayi ve helak oluruz diye korkmayın! Zira, Allah Teâla Hazretleri'nin burada bir Beyt'i olacak ve bunu da şu çocuk ve babası bina edecek. Allah Teâla Hazretleri o işin sahiplerini zayi etmez!" dedi. Beyt yerden yüksekti, tıpkı bir tepe gibi. Gelen seller sağını solunu aşındırmıştı.

Kadın bu şekilde yaşayıp giderken, oraya Cürhüm'den bir kâfile uğradı. Oraya Kedâ yolundan gelmişlerdi. Mekke'nin aşağısına konakladılar. Derken orada bir kuşun gelip gittiğini gördüler.

"Bu kuş su üzerine dönüyor olmalı, (burada su var). Halbuki biz bu vadide su olmadığını biliyoruz!" dediler. Durumu tahkik için, yine de bir veya iki atik adam gönderdiler. Onlar suyu görünce geri dönüp haber verdiler. Cürhümlüler oraya gelip, suyun başında İsmail'in annesini buldular.

"Senin yanında konaklamamıza izin verir misin?" dediler. Kadın:

"Evet! Ama suda hakkınız olmadığını bilin!" dedi. Onlar da:

"Pekala!" dediler. Aleyhissalâtu vesselam der ki:

"Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif İsmail'in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler. Sonra geride kalan adamlarına haber saldılar. Onlar da gelip burada konakladılar. Zamanla orada çoğaldılar. Çocuk da büyüdü. Onlardan Arapça'yı öğrendi. Büyüdüğü zaman onlar tarafından en çok sevilen, hoşlanılan bir genç oldu. Büluğa erince, kendilerinden bir kadınla evlendirdiler. Bu sırada İsmail'in annesi vefat etti.

Derken Hz. İbrahim aleyhisselam, İsmail'in evlenmesinden sonra oraya gelip, bıraktığı (hanımını ve oğlunu) aradı. İsmail'i bulamadı. Hanımından İsmail'i sordu. Kadın:

"Rızkımızı tedarik etmek üzere (avlanmaya) gitti" dedi. Hz. İbrahim, bu sefer geçimlerini, hallerini sordu. Kadın:

"Halimiz fena, darlık ve sıkıntı içindeyiz!" diyerek şikayetvari konuştu. Hz. İbrahim:

"Kocan gelince, ona benden selam etve "kapısının eşiğini değiştirmesini" söyle!" dedi. İsmail geldiği zaman, sanki bir şey sezmiş gibiydi:

"Eve herhangi bir kimse geldi mi?" diye sordu. Kadın:

"Evet şu şu evsafta bir ihtiyar geldi. senden sordu, ben de haberini verdim, yaşayışımızdan sordu, ben de sıkıntı ve darlık içinde olduğumuzu söyledim" dedi. İsmail:

"sana bir tavsiyede bulundu mu?" dedi. Kadın:

"Evet! sana selam söylememi emretti ve kapının eşiğini değiştirmeni söyledi!" dedi. İsmail:

"Bu babamdı. seninle ayrılmamı bana emretmiş. Haydi artık ailene git!" dedi ve hanımını boşadı. Cürhümlülerden bir başka kadınla evlendi.

Hz. İbrahim onlardan yine uzun müddet ayrı kaldı. Bilahare bir kere daha görmeye geldi. Yine İsmail'i evde bulamadı. Hanımının yanına gelip, İsmail'i sordu. Kadın:

"Maişetimizi kazanmaya gitti!" dedi. Hz. İbrahim:

"Haliniz nasıldır?" dedi, geçimlerinden, durumlarından sordu. Kadın:

"İyiyiz, hayır üzereyiz, bolluk içindeyiz" diye Allah'a hamd ve senada bulundu.

"Ne yiyorsunuz?" diye sordu. Kadın:

"Et yiyoruz!" dedi.

"Ne içiyorsunuz?" diye sorunca da:

"Su!" dedi. Hz. İbrahim:

"Allahım, et ve suyu haklarında mübarek kıl!" diye dua ediverdi." Aleyhissalatu vesselam der ki:

"O gün onların hububatı yoktu. Eğer olsaydı Hz. İbrahim, hububatları için de dua ediverirdi."

İbnu Abbas der ki: "Bu iki şey (et ve su) Mekke'den başka hiçbir yerde Mekke'deki kadar sıhhata muvafık düşmez (karın sancısı yaparlar). (Bu, Hz. İbrahim'in duasının bir bereketi ve neticesidir).

(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Hz. İbrahim'den anlatmaya devam etti:)

"İbrahim (İsmail'in hanımına) dedi ki:

"Kocan geldiği zaman, benden ona selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını emret!" (Çünkü eşik, evin dirliğidir).

"Hz. İsmail gelince (evde babasının kokusunu buldu ve) "yanınıza bir uğrayan oldu mu?" diye sordu. Kadın:

"Evet, bize yaşlı bir adam geldi, kılık kıyafeti düzgündü!" dedi ve (ihtiyar hakkında) bir kısım övgülerden sonra:

"Benden seni sordu. Ben de haber verdim. Yaşayışımızın nasıl olduğunu sordu, ben de hayır üzere olduğumuzu söyledim!" dedi. İsmail:

"Sana bir tavsiyede bulundu mu?" diye sordu. Kadın:

"Evet sana selam ediyor, kapının eşiğini sabit tutmanı emrediyor" dedi. Hz. İsmail:

"Bu babamdı. Eşik de sensin, seni tutmamı, evliliğimizin devamını emrediyor! (Sen yanımda değerli idin, kıymetin şimdi daha da arttı" der ve kadın İsmail'e on erkek evlad doğurur.)

Sonra, Hz. İbrahim Allah'ın dilediği bir müddet onlardan ayrı kaldı. Derken bir müddet sonra yanlarına geldi. Bu sırada Hz. İsmail Zemzem'in yanındaki Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp karşılamaya koştu. Baba-oğul karşılaşınca yaptıklarını yaptılar (kucaklaştılar, el, yüz, göz öpüldü).

Sonra Hz. İbrahim:

"Ey İsmail! Allah Teâla Hazretleri bana ciddi bir iş emretti" dedi. İsmail de:

"Rabbinin emrettiği şeyi yap!" dedi. Hz. İbrahim:

"Bu işte bana sen yardım edecek misin?" diye sordu. O da:

"Evet sana yardım edeceğim!" diye cevap verdi. Bunnun üzerine Hz. İbrahim:

"Allah-Teâla Hazretleri, bana burada bir Beyt yapmamı emretti!" diyerek etrafına nazaran yüksekçe bir tepeyi gösterdi."

(İbnu Abbas) dedi ki: "İsmail'le İbrahim işte orada Ka'be'nin (daha önceki) temellerini yükselttiler. Hz. İsmail taş getiriyor, Hz. İbrahim de duvarları örüyordu. Bina yükselince, Hz. İsmail, babası için (bugün Makam olarak bilinen) şu taşı getirdi. Yükselen duvarı örerken, Hz. İbrahim (iskele olarak) onun üstüne çıkıyordu. İsmail de ona (aşağıdan) taş veriyordu. Bu esnada onlar:

"Ey Rabbimiz! (Bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" diyorlardı."

İbnu Abbas der ki: "Hz. İsmail ve Hz. İbrahim binayı yaparken (zaman zaman) etrafında dolaşarak: "Ey Rabbimiz (bu hizmetimizi) bizden kabul buyur! Sen gören ve bilensin!" (Bakara 127) diye dua ediyorlardı."

Buhari, Enbiya 8.

21 Eylül 2015 Pazartesi

KURBANLIKLARIMIZI İNCİTMEYELİM!....

  Ebu Sa'î'dil Hudri radıyallahu anh anlatıyor:Rasûlullah aleyhissalatu vesselâma koyunu kulağından tutarak sürüyen bir adam uğradı.Aleyhissalâtu vesselâm hemen müdahale ederek:«Hayvanın kulağını bırak da boynunun kenarından tut" buyurdular.(Kütübi Sitte 6938)
  Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor:Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm bıçakların bilenmesini ve hayvanlara gösterilmemesini emretti ve şu tenbihte bulundu:”Biriniz hayvan boğazlayınca boğazlamayı hızlı yapsın."(Kütübi Sitte 6939)
 Efendimiz hayvanlara işkence yapmayı yasaklamıştır(Kütübi Sitte 6941)
 Bütün bu hadisi şeriflerdende anlaşıldığı gibi kurban kesmenin de bir âdabı vardır.Demekki hayvanlar bıçağı gördüklerinde ne olacağını alğılıyabiliyorlar ki Efendimiz bıçağın onlara gösterilmemesini emretmiş.Bunun gibi bir hayvanı boğazlarken diğerinin görmemesi gerekir.Kurban olacak hayvan BİSMİLLAH ALLÂHUEKBER tekbiriyle kesinlikle sakinleşir,onu bu tekbirlerle sakinleştirerek boğazlamalıyız.Zaten Allâhu Teâla hayvanları bize boyun eğici olarak yarattığını söylüyor.Onların boyun eğmesinin şifresi de Rabbimizin adını anmak!....
    71-Görmediler mi ki, biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar.

72-Biz, o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.(Yâsin Suresi)
Kurban ibadeti âkıl,bâliğ,mukîm,nisâb miktarı malı veya parası olan,her müslüman kadın ve erkeğe vâcibtir.Rasulullah Efendimize ashabı sordular«Ey Allâhın Rasülü ,şu bayram günü kesilen şu kurban nedir?Bu babanız İbrahim  Alehisselâmın sünnetidir"buyurdular.Ashab:Peki kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allahın Rasûlü,dediler.Kurbanın her bir kılı için bir sevap,buyurdular.Ashab tekrar sordular(Kesilen kurban koyun,kuzu  gibi)yünlü ise ey Allâhın Rasûlü nasıl olacak?diye sordular.Aleyhissalâtu Vesselâm«Yünün her bir kılı için de bir sevap var!"buyurdular.(Kütübi Sitte 6927)

ADAK ADAMAMIZ DOĞRU MU?.....

NEZiİRDEN  NEHY((YASAKLAMA)

5691 - Saîd İbnu'I-Hâris anlatıyor: "İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'yı şöyle söyler işittim: "Siz nezretmekten yasaklanmadınız mı? Resülullah aleyhissalâtu vesselâm demişti ki: "Nezir; olacak bir şeyi ne öne alır ne de geriye bıraktırır. Ancak onunla cimriden mal çıkarılmış olur."

Buhârî, Kader 6, Eyman 26; Müslim, Nezr 3, (1639); Ebu Dâvud, Eymân 26, (3287); Nesâî, Eymân 24, (7, 15,16).

5692 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Nezir, ademoğluna, Allah'ın kendisine takdir etmediği hiçbir şeyi yakınlaştırmaz. Ancak nezir, kadere muvafık olur. Nezir sayesinde, cimrinin kendi arzusu ile çıkarmak istemediği, cimriden çıkarılır."

Buhârî, Kader 6, Eymân 26; Müslim, Eymân 7, (1640); Ebu Dâvud; Eymân 26, (3288); Tirmizi, Nüzûr 10, (1538); Nesâî, Eymân 25, (7,16).

TAATE YÖNELİK NEZİR

5693 - Hz. Aişe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın şöyle söydediğini işittim:

"Kim Allah'a itaat etmeye nezrederse hemen itaat etsin. Kim de Allah'a isyan etmeye nezrederse, sakın isyan etmesin."

Buhârî, Eyman 28; Muvatta, Nüzür 8, (2, 476); Ebu Davud, Eymân 22, (3289); Tirmizi, Nüzûr 2; (1526); Nesâî, Eymân 28, (7,17); İbnu Mâce, Kefârat 16, (2126).

NAMAZLA İLGİLİ NEZİR

5694 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir kadın hastalanmıştı, şöyle bir nezirde bulundu: "Allah Teâla hazretleri bana şifa verirse, buradan gidip Mescid-i Aksâ'da namaz kılacağım." Sonra kadın iyileşmişti. Hemen yol hazırlığı yaptı. Hz. Meymune radıyallahu anhâ'ya geldi, selam verip kararını anlattı. Meymune, kadına:

"Hele otur, hazırladığını (burada) ye. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'ın mescidinde namaz kıl. Zira ben O'nun şöyle söylediğini işittim:

"Şu mescidimde kılınan bir namaz, Kâ'be Mescidi hâriç bütün mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır."

Müslim, Hacc 510, (1396).

5695 - Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Fetih günü bir adam kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü dedi. Ben aziz ve celil olan Allah'a nezirde bulundum ve dedim ki: "Eğer Mekke'nin fethini sana müyesser ederse, Beytu'I Makdis'te iki rek'at namaz kılacağım." Resülullah aleyhissalatu vesselâm adama:

"Sen şurada kıl!" cevabında bulundu. Adam talebini tekrar etti:

"Sen şurada kıl!" buyurdu. Adam bir kere daha tekrar edince:

"Öyleyse sen bilirsin" buyurdular."

Ebu Dâvud, Eymân 24, (3305).

ORUÇLA İLGİLİ NEZİR.

5696 - Hakîm İbnu Ebî Hürre el-Eslemi'nin anlattığına göre, "İbnu Ömer radıyallahu anhümâ'nın -önceden belirttiği bir günde oruç tutmaya nezreden bir kimsenin, nezrettiği o günü, Kurban veya Ramazan bayramlarına rastladığı taktirde, nezrini yerine getirip getirmeyeceği hususunda- şöyle dediğini işitmiştir: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'da sizin için güzel örnek vardır. O, ne Kurban ne de Ramazan bayramlarında oruç tutmamıştır. Üstelik o günlerde oruç tutmayı uygun da görmemiştir:" Soru sahibi sorusunu tekrar edince İbnu Ömer: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm nezre uymayı emretmiştir, iki bayram gününde oruç tutmayı da nehyetmiştir" demiştir. Soru sahibi sorusunu yine tekrar edince eski cevabına ilavede bulunmamıştır."

Buhârî, Eymân 32, Savm 67; Müslim, Siyâm 142, (1139).

5697 - İbnu Abbâs radıyallahu anhüm  anlatıyor: "Resülullah aleyhissaIâtu vesselâm hutbe verirken, güneşte ayakta duran bir adam gördü. Bunun niye orada durduğunu sordu.

"Bu Ebu İsraîl'dir, güneşte durarak oruç tutmaya, yiyip içmemeye, gölgede oturmamaya ve konuşmamaya nezretmiştir!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: "Ona söyleyin; gölgelensin ve konuşsun, ancak orucunu tamamlasın" buyurdular."

Buhârî, Eymân 31, Muvatta, Eymân 6, (2, 475); Ebu Dâvud, Eymân 23, (3300).

5698 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "(Babam) Ömer radıyallahu anh (bir gün) dedi ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Ben cahiliye devrinde bir gün itikaf yapmayı nezretmiştim. -Bir rivayette Mescid-i Haram'da bir gece denmiştir.- (Bunu ifa etmem gerekir mi?)" Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Nezrini yerine getir!" buyurdular."

Buhârî, İ'tikâf 5, 15, 16, Humus 19, Megâzî 54, Eymân 29; Müslim, Eymân 27, (1656); Ebu Dâvud, Eymân 32, (3325); Tirmizî, Eymân 11, (1539); Nesâî, Eymân 36, (7, 21, 22).

HACCLA İLGİLİ NEZİR

5699 - Ukbe İbnu Amir radıyallahu anh anlatıyor: "Kızkardeşim, Beytullah'a yalın ayak yürüyerek gitmeye nezretmişti. Bu hususta Resûlullah'a sormamı talep etti. Ben de sordum. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Yürüsün ve binsin!" buyurdular."

Buhari, Cezâu's-Sayd 27; Müslim, Nezr 11, (1644); Ebu Dâvud, Eyman 23, (3293, 3294, 3299); Nesâi, Eyman 3, (7, 19).

5700 - Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: "...ayağı çıplak ve başı da örtüsüz olarak Resûlullah: "(Allah, kızkardeşinin meşakkati sebebiyle bir şey yapacak değildir.) Ona emredin, başını örtsün, hayvanına binsin, (kefaret olarak) üç gün oruç tutsun" buyurdu."

Tirmizi, Nüzûr 16, (1544),

5701 - İbnu Abbas radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Ukbe'nin kız kardeşi, yürüyerek hacc yapmaya nezretmişti. Ukbe onun bu işi yaya olarak yapamayacağını Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a söyledi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Allah, kızkardeşinin yayan yürümesinden müstağnidir. Binsin ve bir deve kurban etsin!" buyurdular."

Bir rivayette: "Allah, kızkardeşinin Beytullah'a yayan yürümesi sebebiyle bir şey yapacak değildir" buyrulmuştur.

Ebu Dâvud, Eyman 23, (3295, 3296, 3297).

5702 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, iki oğlunun omuzlarına ardılmış olarak yürümekte olan bir ihtiyar görmüştü.

"Bunun derdi ne de böyle yürüyor" diye sordu.

"Yürümeye nezretmiş!" dediler.

"Şurası muhakkak ki, Allah bu biçarenin kendine eziyet etmesinden müstağnidir" buyurdular ve hayvanına binmesini emrettiler."

Buhari, Eyman 31, Sayd 27; Müslim, Nüzûr 9, (1642); Ebu Dâvud, Eyman 23, (3301); Tirmizi, Nüzûr 9, (1537); Nesâi, Eyman 42, (7, 30).

MALLA İLGİLİ NEZİR

5703 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ demiştir ki: "Kim "Malım Kâ'be yolunda feda olsun!" diye nezrederse, ona yemin kefâreti gerekir. Kim de bağışlayacağı malı tayin edip belirlerse, o malı çıkarması gerekir, hatta bu mal üçte birden fazla bile olsa."

Bu hadisin "...yemin kefareti gerekir" ibaresine kadar olan kısmını, Muvatta'da İmam Malik tahric etmiştir. Geri kalan kısmını ise Rezin tahric etmiştir.

Muvatta, Nüzûr 17, (2, 481).

5704 - İmam Malik'ten rivayete göre, "kendisine, "Malım Allah yolunda sadakadır" diyen kimse hakkında sorulmuştu, şu cevabı verdi:

"Üçte birini sadaka yapar. Zira, Aleyhissalâtu vesselâm, Ebu Lübâbe radıyallahu anh: "Günahı işlemiş bulunduğum kavmimin yurdunu terkedip, sana mücavir olacağım. Malımı da Allah ve Resûlüne tasadduk edeceğim" dediği vakit: "Bu maldan üçte birinin bağışı sana kifâyet eder" demişti."

Muvatta, Nüzûr 16, (2, 481).

5705 - Amr İbnu Şu'ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anh anlatıyor: "Bir kadın (gelerek): "Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin yanıbaşında def çalmaya nezrettim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Nezrini yerine getir!" buyurdular."

Ebu Davud, Eyman 27, (3315).

5706 - Rezin şu ziyadeyi kaydetti: "Kadın dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Çıktığın gazveden sağ-salim ganimetle dönersen sana (zafer alâmeti olarak) def çalıvereceğim diye nezrettim!"

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bu talep üzerine: "Eğer nezretti isen haydi nezrini yerine getir, yoksa böyle bir şey yapma!" buyurdular."

Rezin'in ziyadesi İbnu Hibbân'ın Sahih'inde geçmektedir (6, 286-287).

5707 - Sâbit İbnu'd-Dahhâk radıyallahu anh anlatıyor: "Bir adam, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a: "Ben şu şu yerde bir kurban kesmeye nezrettim!" dedi. Zikrettiği yer cahiliye insanlarının kurban kestikleri bir yerdi. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Orada, kendisine ibadet edilen cahiliye putlarından biri var mı?" diye sordu. Adam:

"Hayır!" deyince:

"Pekiyi orada, onların bayramlarından bir bayram kutlanıyor mu?" diye sordu. Onlar yine "hayır!" deyince:

"Öyleyse nezrini yerine getir!" emrettiler."

Ebu Dâvud, Eyman 27, (3313).

MA'SİYETLE İLGİLİ NEZİR

5708 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ma'siyette (günah şeylerde) nezir yoktur. Bunun kefâreti de yemin kefâretidir."

Ebu Dâvud, Eymân 23, (3292); Tirmizi, Nüzûr 1, (1524); Nesâî, Eymân 41, (7, 26).

5709 - İbnu Amr İbnu'I-Âs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ancak, kendisiyle Allah Teâla hazretlerinin rızası talep edilen şeylerde nezir vardır. Sıla-ı rahmı koparma üzerine de yemin yoktur."

Ebu Dâvud, Eymân 15, (3273, 3274).

5710 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdullar ki:

"Ne bir mâsiyette ne de insanoğlunun mâlik olmadığı bir şeyde nezir yoktur."

Nesâi, Eymân 14, (7, 28); Müslim, Nezr 8, (1641); Ebu Dâvud, Eyman 28, (3316).

5711 - Yahya İbnu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Kasım İbnu Muhammed'in şöyle söylediğini işittim: "İbnu Abbâs radıyallahu anhüma'ya bir kadın gelip:

"Ben oğlumu kurban etmeye nezrettim! (Ne dersin?)" dedi. İbnu Abbâs ona:

"Oğlunu kesme, yeminine karşı keffârette bulun!" diye cevap verdi. Bu cevap karşısında orada bulunan yaşlı bir zat:

"Bu nezirde nasıl keffâret olur?" dedi. İbnu Abbâs açıkladı:

"Allah Teâla hazretleri Kur'ân-ı Kerim'de: "Hanımlarına zıhâr yapanlarınız bilsin ki, bu sözleriyle hanımları onların anneleri olmuş olmaz. Gerçekten onlar çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar..." (Mücâdele 2) buyurmuş, sonra da gördüğün gibi, bu zıhârda bulunanlara keffâret takdir etmiştir."

Muvatta, Nüzûr 7, (2, 476).

5712 - Muhammed İbnu Münteşir anlatıyor: "Bir adam, Allah, düşmanından kurtardığı taktirde kendisini kurban etmeye nezretmişti. Durumu gelip İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya sordu. O da, hizmetçisi Mesruk'a sormasını söyledi. Adam ona sorunca, Mesrûk:

"Sen kendini kurban etme. Çünkü, eğer mü'min biriysen, mü'min bir canı öldürmüş olacaksın; yok eğer kâfirsen, cehenneme gitmede acelecilik etmiş olacaksın. En iyisi, bir koç satın al, bunu müslümanlar için kes. Çünkü İshâk aleyhisselâm senden daha hayırlıdır. O bir koç ile fidyelendi" diye cevap verdi. Adam bu cevabı İbnu Abbas radıyallahu anhümâ'ya haber verdi. Bunun üzerine:

"Sana, ben de böyle fetva vermeyi düşünmüştüm!" dedi."

Rezin tahric etmiştir.

5713 - Ukbe İbnu Âmir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurmuştur ki:

"Nezir keffâreti, başka bir şey zikredilmemişse yemin keffâretidir."

Müslim, Nüzûr 13, (1645); Ebu Dâvud, Eymân 31, (3323); Tirmizî, Nüzür 4, (1528).

5714 - İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Nezir iki çeşittir: Kimin nezri Allah'a taatla ilgiliyse bu nezir Allah içindir. Bunda vefa gerekir. Kimin nezri de Allah'a masiyetle ilgili ise işte bu nezir şeytan içindir, bunda vefa yoktur. Böyle bir nezirde bulunan kimse, nezri için, yeminde olduğu gibi keffarette bulunur."

Nesâî, Eymân 41, (7, 28, 29).

12 Eylül 2015 Cumartesi

ZEKAT KİMLERE VERİLİR

Zekatın farzı birdir,o da niyet etmektir.Zekat 80 gram  ve üstü altınıı,gümüşü,bu miktarda nakit parası,ticaret malı,dört ayaklı hayvanı olan,kırkta birini fakirlere  nisab miktarına malik olduğu günün üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra vermek zorundadır.Daha sonra kazandıkları için bir yıl geçmesi gerekmez,nisab miktarını geçiyorsa zekatı hepsi için verir.Gasb,sirkat rüşvet,kumar,alkollü içeceklerden elde edilen gelir,fâsid olarak satın aldığı mal gibi,haram malı kendi helal malı ile veya çeşitli kimselerden aldığı haram malları,helal mallarla karıştırmamışsa,bu haram mallar mülkü olamaz.Kullanması,nafaka yapması helal olmaz.Bunlarla cami ve başka hayırlar yapamaz.Bunların zekatını vermesi farz olmaz.Zekat kimlere verilir;
1-FAKİR:Nafakasından fazla,fakat nisab miktarından az olana fakir denir.
2-MİSKÎN:Bir günlük nafakasından fazla birşeyi olmayan müslümana miskîn denir
3-ÂMİL:Zekat toplamakla görevli memur(eskiden zekât devlet eliyle toplanır ve dağıtılırdı)
4-MÜKÂTEB:Yani efendisinden kendisini satın alıp,borcunu ödeyince,âzâd olacak köle
5-MÜNKATI:Cihat ve hac yolunda olup,muhtaç kalanlar,din bilğilerini öğrenen ve öğretene de,zenğin olsalar bile,çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için verilebilir.«İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da,buna zekat vermek caizdir»İbni Âbidîn-Câmiul Fetava Hadisi Şerif
6-MEDYUN:Borcu olan  ve ödeyemeyen müslümanlar.Bezzâziyye fetvasında malını israf edene,haramda kullanana zekat verilmeyeceği yazılıdır.Zekat parası ile BANKA KREDİSİ BORCU ödemekte olmaz,çünkü faiz almakta vermekte haramdır,zekat  parası haram şeylere harcanamaz.
7-İBNÜS SEBÎL:Kendi memleketinde zenğin ise de,bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı  varsa da,alamayıp muhtaç kalan.
Bunların hepsine veya birine verilebilir.Zekat parası ile ölüye kefen alınmaz,borcu ödenmez.(Zekatta içinden niyet etmek şart olduğı için)Cami,cihat,hac yapılmaz,KÂFİRE ZEKAT VERİLMEZ.Ana,baba,dede,nine,kendi çocuklarına,torunlarına,eşler birbirlerine zekat veremez.Fakir olan gelinine,damadına,kayınpeder,kayınvâlideye,üvey çocuğuna,fakir kardeşe,hala,amca,dayı gibi yakın akrabaya vermek daha eftaldir,her zaman ilkönce en yakınımızdakilere iyilik yapılır,daha sonra diğerleri gelir.Zekat Rabbimizin bize emaneten verdiği FAKİR MÜSLÜMANIN HAKKIDIR!BİZE AİT BİR MAL DEĞİLDİR!.....

3 Eylül 2015 Perşembe

ALLÂHU TEÂLANIN KULUNDAN İSTEDİĞİ SEVĞİ !......

-Allah, hiçbir adamın içine iki kalp koymamıştır. Ahzab -4

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allah’ın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
 (MÜCADELE/22)



Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz.  Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.
 (MÜMTEHİNE/1)
     
       İşte Rabbimizin bizden istediği sevği bu.....İnsanlık göstermek apayrı bir konu,bir müslüman kafir bile olsa ,bir başkasını kendi nefsine tercih eder,insanlık anlamında.Ama bu iman konusunda asla böyle bir tercih olamaz.Hocamın dediği gibi bir insan âlimi severse,sarhoşu sevmez,sarhoşu severse âlimi sevmez.Ama ben ikisini de severim dersen bu olamaz,ben evimi mescitte yaparım,kilisede dersen,bu olmaz.Bir insanin sevdiği de olur,sevmediği de,ama herkesle dost olan bukelemundur.Benim tercihim beni Rabbim ve Ehli sünnet vel cemaat sevsin,yeter

30 Ağustos 2015 Pazar

Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar. (YUSUF/106)

De ki: “Rabbim ancak, açık ve gizli çirkin işleri, günahı, haksız saldırıyı, hakkında hiçbir delil indirmediği herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
 (A'RAF/33)
Hastalandığımda da O bana şifa verir.”
 (ŞUARA/80
     Müslüman denilen insanlarımızın çoğu bile Allâha(C.C) şirk koşmadan mâlesef inanamıyor.Herşeyin yaratıcısının O olduğunu biliyoruz ama şifayı dünyaca ünlü diye bilinen şifacı denen İslam dininde haram olan tenasuha inanan bir insanda aramakta mahsur görmüyoruz.Bu adamın güya bedenine ölmüş birinin ruhu girmiş de o ruh bu adama yardım ediyormuş.Bundan önceki alıntıda da belirtildiği gibi buna böyle inanıp giden ve gidene kızanada ne var bunda canım,denize düşen yılana sarılır diyenin de imanın gitmesinden korkulur.Necip Fazıl'ın dediği gibi bir adam içki fıçısının içinde akşama kadar içki içse,biliyorum haram olduğunu ama bırakamıyorum dese bu adam sadece günah işlemiş olur,birisi de ben içki içmem ama içki içmekte ne mahsur var ki dese,bu adam imandan çıkar.İman ilim ile kâim olur,cahillikle bilmeden günde on kere imandan çıkaran sözler sarfedebiliriz.Adamın yukarıdaki ayette belirtildiği gibi “Hakkında hiçbir delil indirmediği herhanği birşeyi Allah'a ortak ortak koşmanızı haram kılmıştır» dediği gibi Rabbimizin,bu konuda bir delili yoktur,olamaz da,birçok ayet tenasuhu red ediyor, ve Allahu Teala'yada iftira ediyor.Bir de şu hadisi şerife bakalım.ALLAH HARAM KILDIĞI ŞEYDE SİZİN İÇİN ŞİFA YARATMAMIŞTIR.(Camiüssağir 1773)Şimdi bu sapık görüşlü adamın elinden mi Allâh(C.C) şifa yaratacak?Bir müslümanın şifa arayacağı şeyler bellidir.KUR'AN!BAL ŞERBETİ HACAMAT!DOKTOR VE İLAÇ!....VE DUA...
Buralara gidenlerin çoğunun imanı zayıf ve ilmi olmayan insanlardır.Bu ikisi kim de yoksa farkında olmadan dinden çıkar,ve bu tip insanlar Rabbimizi çok üzer,Rabbimi üzenlede beni dost olmaya kimse ikna edemez.Amellerin en güzeli Allâh için sevmek,Allâh için buğz etmek,tam da şu konuda olduğu gibi!.....

Kur’an’da tenasüh (ruhun bedenden bedene geçmesi) var mıdır?

İnsan fıtraten mükerrem olduğu için hakkı arıyor, lakin bazen batıl eline gelir, hak zannederek alır koynunda saklar. Hakikati kazarken ihtiyarsız dalâlet başına düşer, hakikat zannederek alır başına giyer.
İşte reenkarnasyon da böyle batıl bir meseledir ve asla İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Buna rağmen esefle ve üzüntüyle görmekteyiz ki, bir kısım bedbahtlar televizyon televizyon gezerek bu batıl meseleyi hak gibi göstermeye çalışmakta ve maalesef insanları aldatmaktadırlar. Bilhassa bu bedbahtların içinde bir kısım ilahiyat profesörlerinin de olması bizleri ayrıca üzmekte ve “Ümmetin dinini korumakla mükellef olanlar bunlar mı?” diye bizleri düşündürmektedir.
Bu eseri hazırlamaktaki amacımız:Reenkarnasyonun batıllığını ispat ederek Müslümanların imanını bir tehlikeden kurtarmak ve bu batıl meseleyi hak gibi anlatan sözde profesörlerin asıl yüzlerini göstererek, onların diğer şerli fikirlerinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmektir.
Yani mesele sadece reenkarnasyon değildir. Mesele, aynı zamanda bu fikri savunanların İslam’dan ve imandan ne kadar uzak olduklarını beyan ederek, Ümmet-i Muhammed’i onlara karşı uyarmaktır.
“Reenkarnasyon Saçmalığı” isimli bu eserimizde reenkarnasyonun asla mümkün olamayacağı iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilecektir. Tevfik ve inayet Allah’tandır.
REENKARNASYON NEDİR?
Reenkarnasyon:Ruh göçü demektir. Ruhun, insan öldükten sonra başka insana geçmesi ve başka bir bedenle dünyaya gelmesidir. Buna tenasüh de denilir.
Reenkarnasyonun mümkün olamayacağı meselesini dört başlıkta inceleyeceğiz:
·İlk önce Kur’an’a bakacağız ve Kur’an bu konuda ne diyor, bunu öğreneceğiz.
·Daha sonra hadislere bakarak, bu konuda Efendimiz (s.a.v.)’in bir beyanı var mıdır? bunu araştıracağız.
·Daha sonra ise bu konudaki İslam âlimlerinin görüşlerini inceleyeceğiz. Acaba onlar bu konuda ne demişler?
·Ve daha sonra da reenkarnasyonun aklen ve mantıken mümkün olamayacağının delillerini beyan edeceğiz.
Zira bir meselenin hak olabilmesi için:
·Ya Kur’an haber vermeli,
·Ya Peygamberimiz (s.a.v.) ondan bahsetmeli,
·Ya İslam âlimleri o meselede ittifak etmeli,
·Ya da en azından o mesele akla ve mantığa uygun gelmelidir.
Eğer:
·Kur’an’ın haber vermesi bir kenara, Kur’an ona karşı çıkıyorsa,
·Peygamberimiz (s.a.v.) ondan hiç bahsetmiyorsa,
·İslam âlimleri onu küfür sayıyorsa,
·Ve akıl ve mantık da onu reddediyorsa, artık bu meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıkmış demektir.
İşte bizler, bu dört başlık altında reenkarnasyonun batıllığını kat’i olarak ispat edeceğiz. Şimdi, Kur’an’ın bu meseleye bakışına geçiyoruz.
KUR’AN REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
DELİL 1
Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelince, “Rabbim, beni (dünyaya) geri döndür, ta ki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır! Bu söylediği boş bir laftır. Onların arkasında ise, yeniden dirilecekleri güne kadar berzah vardır.(Müminun 99-100)
Mezkûr ayet-i kerime, reenkarnasyonu çok açık bir şekilde reddetmektedir. Şimdi ayet-i celileyi tahlil edelim:
Soru:Onlara ölüm gelince ne diye dua etmeye ve yalvarmaya başlarlar?
Cevap:Bir daha dünyaya geri dönmek ve dünyada iken terk ettikleri salih ameller işlemek isterler.
Soru:Onlara müsaade edilir mi?
Cevap:Hayır, müsaade edilmez.
Soru:Peki, onların bu istekleri hakkında ne buyrulur?
Cevap:“Bu söyledikleri boş bir sözdür!” buyrulur.
Soru:Peki, onların akıbetleri ne olur?
Cevap:Dirilme gününe kadar beklemek üzere Berzah adı verilen âleme götürülür.
Acaba, ayet-i kerimenin beyanları bu kadar açık ve net iken, nasıl olur da bir Müslüman reenkarnasyona inanabilir? Ve reenkarnasyona inanana nasıl Müslüman denilebilir?
Reenkarnasyonu savunanlar; ruhun kemal bulmak için, bu dünyadaki macerasına başka bedenlerle devam ettiğini iddia ederler. Hâlbuki tefsirini yaptığımız ayet-i kerimede, günahkâr olarak ölenler, terk ettikleri salih amelleri işleyebilmek için izin istemekte -yani reenkarnasyonculara göre, kemal bulmak için izin istemekte- ama onlara izin verilmemektedir. Demek, reenkarnasyoncuların iddiaları tamamıyla Kur’an’a zıt ve muhalif olan bir görüştür.
Ayet-i kerimede geçen ve kıyamete kadar onların kalacakları yer olarak bildirilen “Berzah” ise, ölen ruhların kıyamete kadar bekledikleri âlemin ismidir. Dünyaya gelmeyen ruhlar “Âlem-i Ervah”ta beklerken, dünyaya gelmiş ve ölüm ile bedenini terk etmiş ruhlar “Âlem-i Berzah”ta beklemektedirler. Âlem-i berzah âdeta ahiretin bekleme salonudur.
Netice olarak diyebiliriz ki:Müminun suresi 99. ve 100. ayetler tenasühü açıkça reddetmektedir. Malumdur ki, Kur’an’ın tek bir ayetini inkâr edenler dinden çıkar ve kâfir olurlar. İşte tenasühe inananlar bu ayet-i kerimeyi ve birazdan zikredeceğimiz diğer ayetleri inkâr ettikleri için dinden çıkmışlar ve küfre girmişlerdir.
DELİL 2
De ki: Size vekil kılınmış olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz. Günahkârları bir görseydin! Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Gördük ve işittik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim; çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.” Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayetini verirdik!(Secde 11-13)
Mezkûr ayet-i kerime de tenasühü reddetmektedir. Şimdi bu ayet-i kerimeyi tahlil edelim:
Soru:Günahkârlar, boyunlarını öne eğmiş olarak Allah’tan ne isterler?
Cevap:Dünyaya bir daha gönderilmek ve salih ameller işleyebilmek.
Soru:Salih amel işleyecekleri hususunda neyi delil gösterirler?
Cevap:Artık hakkı gördüklerini ve hakikati işittiklerini delil gösterirler ve bundan sonra artık batıla dalmayacaklarını bildirirler.
Soru:Onlara ne cevap verilmiştir?
Cevap:İstekleri reddedilmiş ve “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” denilerek, her nefsin hidayet bulmasının murad-ı İlahî olmadığı beyan buyrulmuştur.
Hani ölümden sonra ruh başka bedene giriyordu? Hâlbuki ayet-i kerimenin açık ifadesiyle onların bu istekleri reddedilmektedir.
Hem hani ruh başka bedene girerek kemal buluyordu? Hâlbuki “Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidayet verirdik!” ayetinin açık beyanıyla, her nefsin hidayet bulması murad-ı İlahî değildir. Evet, Cenab-ı Hak her kulunun hidayet üzere olmasından ve kemal bulmasından hoşnut ve razı olur; ancak her kulun illaki kemal bulmasını Allah-u Teâlâ murad etmemiş ve kullarını, iman veya küfrü seçme hususunda serbest bırakmıştır. Bu hakikate Kur’an’ın şu ayeti işaret etmektedir: “Ve de ki: O hak Rabbimiz’dendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf 29)
Zaten eğer Allah-u Teâlâ her kulunun hidayet bulmasını murad etseydi, her nefse ölmeden önce hidayet verebilir ve ruhların onlarca beden değiştirmesi gibi uzun bir seyahate gerek kalmazdı. Ancak böyle olsaydı, imtihanın açılması ve cehennemin yaratılmasının bir manası olmazdı.
Netice olarak diyebiliriz ki:Secde suresi 11, 12 ve 13. ayetler tenasühü açıkça reddetmekte ve ölümden sonra bir daha dünyaya gelmenin mümkün olmadığını beyan etmektedir. Artık kim bundan sonra tenasühe inanırsa, mezkûr ayeti ve Allah-u Teâlâ’yı tekzib etmiş olur. Herhâlde insan olan da bu yaptığından utanır ve aklı varsa bundan titrer!
DELİL 3
Zalimler şöyle diyecekler: “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım.” Onlara denilir ki: “Sizin için hiçbir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 44)
Bu ayet-i kerime de açık bir şekilde tenasühü reddetmekte ve tenasüh fikrinin batıllığını ortaya koymaktadır. Şöyle ki: Tenasühü savunanlar, kendileri için bir zeval ve ölümün yok olduğuna inanmaktadırlar. İleride de açıklanacağı üzere, tenasüh fikrinin temelinde, uzun asırlar boyunca dünyada yaşama arzusu vardır. Onlara göre, ruhları başka bedenlerle defalarca bu dünyaya gelecek ve bu dünyadan hiç ayrılmayacaklardır. Yani inançlarına göre, onlar için bir zeval yoktur.
Şimdi, ayet-i kerimenin onlara verdiği cevaba bakalım: “Onlara denilir ki: ‘Sizin için hiç bir zeval (ölüm) yoktur diye, daha önce yemin etmemiş miydiniz?’”
İşte, bu ayet-i kerime âdeta onların yüzüne bir tokat vurmakta ve şöyle demektedir: “Hani siz ruhunuzun başka bedenlerle defalarca dünyaya geleceğine inanıyor ve buna yemin ediyordunuz, hani sizin için bir son yoktu! O hâlde niçin şimdi, ecelinizin ileriye tehir edilmesi için yalvarıyorsunuz? Hadi gitseniz ya dünyaya, niçin gidemiyorsunuz…”
Demek, ruhlar öyle başıboş değiller ve diledikleri gibi bu dünyaya gelip gidemezler! Acaba, tenasühe inananların o andaki hâllerini ve yüzlerinin şeklini hayal edebiliyor musunuz?
DELİL 4
Onlar, orada şöyle feryat ederler: “Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yaptıklarımızdan başka, salih bir amel yapalım.” Onlara denilir ki: “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın bakalım azabı! Çünkü zalimleri kurtaracak yoktur.” (Fatır 37)
Bu ayet-i kerime de tenasüh fikrini açık bir şekilde reddetmektedir. Şöyle ki: Tenasühe inananlara göre, insan kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelmekte ve seyr-i sülükünü tamamlayıncaya kadar bu seyahat devam etmektedir. Hâlbuki ayet-i kerime onların bu görüşlerini reddetmektedir. Şimdi, ayet-i kerimeyi tahlil ederek bu reddi görelim:
Soru:Onlar niçin dünyaya bir daha gelmek istiyorlar?
Cevap:Salih amel işlemek, yani kemal bulmak için.
Soru:Peki, onlara izin veriliyor mu?
Cevap:Hayır!
Soru:İzin verilmeme gerekçesi olarak ne gösteriliyor?
Cevap:Onların, düşünecek ve salih amel yapabilecek kadar bir ömre sahip oldukları ve ayrıca kendilerine uyarıcılar geldiği; ama onların buna rağmen salih amel işlememiş olmaları.
Demek ki, kemal bulmak için bir daha bu dünyaya gönderilme yoktur. Eğer öyle olsaydı, onların salih amel işlemek için bir daha bu dünyaya dönme arzuları kabul edilirdi. Hâlbuki ayetin çok net ifadesine göre, bu istekleri reddedilmiş ve onlar bir daha dünyaya gönderilmemiştir.
Ayet-i kerimenin bu kadar açık beyanına rağmen hâlâ nasıl olur da tenasüh kabul edilebilir? Biz, bu ayetlerden habersiz olanların tenasühe inanmasını bir derece anlayabiliyor ve cehaletlerine veriyoruz, tabi cehalet özür değildir! Lakin Kur’an’ı bildiğini iddia eden sözde profesörlerin bu görüşü savunmalarını anlayamıyoruz. Acaba onlar bu ayetleri hiç görmüyorlar mı? Ya da amaçları üzüm yemek değil de, bağcıyı mı dövmek? Yani onlar, bu milletin itikadını bozmak için tutulmuş kişiler mi? Bizim aklımıza başka bir şey gelmiyor; çünkü değil bir profesör, Kur’an’ı az bir şey okuyan kimse bile tenasühün Kur’an’a bütün bütün zıt olduğunu anlar. Peki, onlar nasıl anlayamıyorlar? Bizce anlıyorlar ve hakikati çok iyi biliyorlar; ama dediğimiz gibi, onlar başka bir şeyin peşinde, bu ümmetin imanının…
DELİL 5
Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar. (Duhan 56)
Mezkûr ayeti kerime, insanın ölümü sadece bir kere tadacağını haber vermekte iken; tenasühçüler insanın defalarca ölümü tattığını ve her defasında başka bir beden ile bu dünyaya geldiğini söylemektedirler. Şimdi, Kur’an’a mı inanacağız, yoksa tenasühçülere mi?
Ayrıca şunu da merak ediyoruz, acaba tenasühü savunanlar bu ayeti hiç görmüyorlar mı? Gerçi daha evvel söylemiştik, onlar tenasühü, inandıklarından dolayı savunmuyorlar; onların derdi başka, onların derdi, sadece bu ümmetin imanını çalmaktır.
“Onlar, ilk ölümden başka orada bir ölüm tatmazlar.” ayet-i kerimesi o kadar açık ve nettir ki, tahlile ihtiyaç duymuyor ve bir sonraki ayet-i kerimeye geçiyoruz.
DELİL 6
… Onlar ki gayba iman ederler… (Bakara 3)
Bu ayetin beyanıyla, bu dünya imtihan için yaratılmıştır ve imtihanın sırrı da gabya iman esası üzerine cereyan etmektedir. Yani iman hakikatlerini görmeden inanmamız istenmektedir.
Başka bir ifadeyle, Cenab-ı Hak bu dünyayı, kim iman edecek ve kim iman etmeyecek sırrının açığa çıkması için yaratmış olup kullarından gayba iman etmelerini istemiştir.
Hâlbuki bedenden çıkan bir ruh için gayb kalmamakta ve o ruh bütün iman hakikatlerini bizzat müşahade etmektedir. Yani melekleri, mükâfatı ve azabı v.s. görmekte ve kendisi için imtihanın sırrı bozulmaktadır. Dolayısıyla bu dünyaya tekrar dönmesinin hiçbir manası yoktur. Ve madem manası yoktur, o hâlde dönüşüne elbette izin verilmeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de ölüm ve dirilişle ilgili birçok ayet-i kerime vardır. Bu ayetlerin hiçbirinde ruhun başka bir insana veya başka bir mahluka geçtiğini gösteren bir ifade yoktur. Buna karşı tenasühü reddeden ayetler oldukça çoktur. Bizler, bu altı ayeti yeterli görüyor ve sizleri sıkmamak için daha fazla ayet-i kerimeyi delil getirmeye gerek duymuyoruz. Zira daha üç kapıyı daha çalacak ve tenasühü, ilk önce Efendimiz (s.a.v.)’e, sonra İslam âlimlerine ve daha sonra da akıl ve mantığa soracağız.
Bizler bu kapıyı kapatmadan önce, tenasühü reddeden diğer Kur’an ayetlerinin bir kısmını vereceğiz. Dileyenler bu ayetlerin tefsirlerini mütalaa ederek, tenasühün Kur’an’ın ruhundan ne kadar uzak olduğunu görebilirler.
Nisa 18, En’am 93, Secde 11, Münafikun 10-11, Mü’min 45-46, Mümtehine 13, Nisa 97 ve mükâfatın ve cezanın ölümden hemen sonra olduğunu beyan buyuran diğer bütün ayetler tenasühü reddetmektedir.
PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.) REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
“Peygamber size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun!”(Haşr 7) ayetinin emriyle bir Müslüman, Efendimiz’in verdiğini almalı ve vermediğini almamalıdır. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Kur’an’ın en büyük müfessiri ve bu dinin tebliğ edicisidir.
O hâlde bizler de Müslümanlar olarak, meselemiz olan tenasühü Peygamber Efendimiz’e götürmeli ve “alın!” diyorsa almalı; “almayın!” diyorsa da almamalıyız.
O halde şimdi biz tenasühü savunanlara soruyoruz: Bu konuda Peygamberimiz’den bir hadis veya küçücük bir söz nakledebiliyor musunuz? 
Hayır, nakledemezler! Doğuyu, batıyı, kuzeyi ve güneyi arasalar, Peygamber Efendimiz’in bütün sözlerini teker teker araştırsalar tenasühe ait tek bir hadis bulamazlar. Eğer İslam’da tenasüh inancı olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bundan haber vermesi gerekirdi. Zira o zat bu dinin öğreticisi ve muallimidir, bizler bu dini onun hadislerinden öğreniyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) tenasühe ait tek bir söz söylememiş, mükâfat veya azabın hemen ölümden sonra başladığına ait ise yüzlerce hadis söyleyerek tenasühü reddetmiştir.
Acaba hiç mümkün müdür ki tenasüh caiz ve vaki olacak da, Peygamberimiz (s.a.v.) bunu bilmeyecek ve bundan haber vermeyecek? Acaba bu konuda Peygamberimiz’den daha bilgili ve yetkili birisi olabilir mi?
Şurası da çok ilginçtir ki, din namına konuşanlar, konuştukları hususta Peygamber Efendimiz’in ne dediğini hiç umursamamakta ve sadece kendi vehimlerine göre konuşmaktadırlar. Din sadece vehimlere dayandırılabilir mi? Peygamberi aradan çıkartan bir anlayışla ne kadar isabet edilebilir? Eğer herkes vehmine göre hükmedecekse, o hâlde peygamberler niye gönderildi?
Sözün özü olarak deriz ki:Tenasüh İslam’ın ve Kur’an’ın malı değildir. Eğer öyle olsaydı, Peygamberimiz (s.a.v.) bu inancı sahabesine ve ümmetine ders verirdi; diğer iman hakikatlerini ders verdiği gibi… Madem ders vermemiş ve bu konuda küçücük bir söz bile söylememiştir, o hâlde tenasüh inancı batıldır ve gayr-i İslami’dir.
İSLAM ÂLİMLERİ REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
İ. Azam Hazretleri her gün bir defa Kur’an’ı baştan sona okumuş, İ. Şafi Hazretleri bir günde iki defa Kur’an’ı hatmetmiş ve birçok hakiki âlim de üç veya yedi günde bir manasına nüfuz ederek Kur’an’ı okumuşlardır. Yine bu âlimler Peygamber Efendimiz’in on binlerce hadisini senetleriyle beraber ezberlemişlerdir.
Eğer Kur’an’da tenasüh olsaydı veya hadisler tenasühten haber verseydi, elbette bu zatların dürbün gibi gözünden kaçmayacaktı. Hâlbuki bu zatlar böyle bir şeyden haber vermemişler; bırakın haber vermeyi, bu fikrin batıl olduğunu ve buna inananların kâfir olacağını bildirmişlerdir.
Mesela, İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle der:Kalpleri hasta ve bilgileri az olan bazı kimseler, hatta kendilerini âlim olarak tanıtan bazı dinsizler tenasühe inanıyor. Ruhlar olgunlaşmadan önce bir bedenden ayrılınca, başka bir bedene geçer. Kemale geldikten sonra insanlara gelmez, tenasüh yolu ile olgunlaşmış olurlar.”diyor ve tenasühle ilgili birçok hikâyeler uyduruyorlar. Tenasühe inanan dinden çıkar kâfir olur…
Yine Âlim İbni Hazm şöyle der: Tenasühe inananların kâfir oldukları hususunda icma vardır.
Berika ve Hadika isimli kitaplarda ve İslam’ın diğer bütün kaynaklarında, tenasühe inananların kâfir oldukları beyan buyrulmuştur. Rüştünü ispat etmiş ve ümmet tarafından kabul görmüş hiçbir âlim tenasühün mümkün olabileceğinden bahsetmemiş, hepsi ittifakla tenasühün küfür olduğunu haber vermiştir.
Acaba onların bu ittifakına ve sözlerine karşı, bu zamanın takva ve amel fakiri olan birkaç cahilin sözünün ne kıymeti olabilir? Ve onların sözünü nasıl hükümden düşürebilir?
AKIL VE MANTIK REENKARNASYON HAKKINDA NE DİYOR?
Şimdi maddeler hâlinde, akıl ve mantığın tenasühü reddettiğini ortaya koyalım:
1-Eğer tenasühü yaşayan, bin kişiden bir kişi bile olsa, dünya nüfusuna kıyasla tenasühün ne kadar sıklıkla görüleceği aşikârdır. Hâlbuki bunu iddia edenler bir elin parmaklarını geçmemektedir. Bu da tenasühün hakikat olmadığına bir delildir.
2-Tenasühe inanan kişiye soruyoruz: Öldükten sonra dirilme, beden ve ruh ile olacaktır. Azap veya lezzetler ikisinedir. Binlerce bedene girmiş bir ruh, hangi şahsiyetiyle haşrolacak ve hesaba çekilecektir?
3-Eğer “En son beden” diye cevap verilirse, o hâlde biz de deriz ki: Mesela on beden değiştirmiş olan ve ilk dokuz bedeninde zalim, son bedeninde ise salih olan bir ruh, salih olarak cennete girse; acaba ilk dokuz bedeninde zulmettiği mazlumların haklarının ondan alınmaması bir zulüm değil midir? Hâlbuki Allah-u Teâlâ zerre miktar zulmetmez.
4-Veya tam tersi olarak, bir ruh ilk dokuz bedeninde salih ve son beninde zalim olsa, eğer son bedene göre hesaba çekilerek cehenneme atılsa; ilk dokuz bedende yaptığı ibadet zayi mi olacak? Hâlbuki Allah-u Teâlâ: “Kazandığınız tastamam verilecektir.” buyuruyor.
Demek, haşrin hem beden ve hem ruh ile olması, tenasühü imkânsız kılmaktadır. 
5-Malumdur ki, eşyanın zatî özellikleri ve vasıfları, mahiyetinden ayrılmaz; hiçbir nevin zatî hasseleri kendinden kopup başka bir neve geçmez. Mesela bir insan; ilim, itikat, zekâ vb. sıfatlarda başkasının aynı değildir. İmam Gazali’nin o nezih ruhu, diğer ruhlardan ayrıdır. Eğer tenasüh olsa idi, dünyaya birçok İmam Gazalilerin gelmesi gerekirdi. Hâlbuki tarih sayfası, İmam Gazali ve emsallerine rastlamamıştır. Bu da tenasühün vaki olmadığına bir delildir.
6-Eğer tenasüh ile ruhlar olgunlaşıyor ve kemale ermeyen her ruh bu seyahat ile kemale ulaşıyorsa, cehennem kimler için hazırlandı ve orada kimler azap görecek? Tenasühe inanmak, cehennemi inkâr etmek ile neticelenmez mi?
7-Tenasühçülerin dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce, başka bedenlerle bu dünyaya gelmiş olsaydı, o bedenlerdeyken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi. Hâlbuki hiçbirimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz. Bu da tenasühün safsata olduğuna bir delildir.
8- Tenasüh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması ve nüfusta bir artışın olmaması gerekirdi. Hâlbuki realite bunun aksini göstermektedir.
9- Tenasüh iddiası, peygamberlerin gönderilmeleri ve semavi kitapların indirilmeleri hakikati ile de bağdaşamaz. Eğer ruhlar, kemal bulmak için defalarca bu dünyaya gelseydi, peygamberlerin gönderilmesine ve kitapların indirilmesine ihtiyaç kalmazdı. Zira Cenab-ı Hak onları, insanın terakki ve tekâmülünü temin ve beşerin bakışını ebedî hayata çevirmek için göndermiştir. Eğer tenasüh tek başına bu kemali sağlıyorsa, ne diye peygamberler gönderildi ve semavi kitaplar indirildi? Demek tenasüh, peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesi hakikatleriyle de tam bir çelişki içindedir.
10- Kur’an ve diğer semavi kitapların günahların tevbe ile affedileceğine dair olan beyanları, affedilebilmek için ruhların böyle ızdıraplı ve uzun seyahatlerini fuzuli ve manasız göstermektedir. Allah-u Teâlâ böyle bir seyahat olmaksızın bütün günahları bir anda sevaba çevirebilmektedir. Demek tenasüh, Allah’ın affının genişliği ile de çelişki içindedir.
11- Peygamberlere uyan kimseler arasında, ilk hayatları itibariyle çok kötü kimseler de bulunuyordu. Bu insanların uzun ve kirli bir geçmişten sonra, velileri geride bırakacak kadar mualla bir mevkiye bir anda yükselmeleri o kadar vakidir ki, aksine fikir beyan etmek âdeta imkânsızdır. Böyle, bir hamlede ve bir nefhada olgunluğun zirvesine yükselmek mümkün iken ve bu Allah’ın lütfuna daha yakışır iken, defalarca başka bedenlerle dünyaya gelmenin ne gibi bir manası olabilir?
Tenasühün saçmalığına dair daha birçok delilleri ortaya koyabiliriz. Ancak meselenin batıllığı güneş gibi ortaya çıktığından dolayı başka delillere ihtiyaç duymuyor ve bu uzun meseleyi burada keserek tenasüh hakkında merak edilen birkaç sorunun cevabına geçiyoruz:
SORULAR VE CEVAPLARI
1- “Kâfirler diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Artık çıkmaya bir yol var mı?(Mü’min 11)ayetindeki “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmenin” tenasühe bir işareti var mıdır?
Asla yoktur! Zira eğer tenasühten bahsetseydi, “iki defa öldürülme ve iki defa diriltilmeden” değil; “onlarca defa öldürülüp onlarca defa diriltilmeden” bahsedilirdi. Zira tenasühe inananlara göre, ruh onlarca defa ölmekte ve onlarca defa dirilmektedir. Eğer mezkûr ayet-i kerime tenasühe işaret etseydi şöyle olurdu: “Ey Rabbimiz! Sen bizi onlarca defa öldürdün ve onlarca defa dirilttin…” Lakin böyle söylenmemiş ve sadece “iki defa ölümden” bahsedilmiştir. Demek ayetin tenasühle hiçbir ilgisi yoktur.
Ayette geçen “iki defa öldürülme” hakkında Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Katade, Dahhak ve Ebu Malik Hazretleri şöyle demiştir: Birinci ölüm, ruh üflenmeden önceki durumdur. İnsanların, atalarının sulbünde iken ölü olmaları kastedilmiştir. İkinci ölüm ise, bu dünyaya geldikten sonra ölmeleridir.
Bu ayet şu ayete benzer: “Allah’ı nasıl inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüler idiniz, o sizi diriltti. Sonra öldürecek ve sonra tekrar diriltecektir. Nihayet ona döndürüleceksiniz.” (Bakara 28)
Bu ayetteki:
·“Ölüler idiniz.” ifadesiyle ataların sulbündeki hâle dikkat çekilmiş,
·“O sizi diriltti.” ifadesiyle hayat bulup bu dünyaya gelmek kastedilmiş,
·“Sonra öldürülmek” ifadesiyle dünyadaki ölümümüz murad edilmiş,
·“Sonra diriltilmek” ifadesiyle kabirde diriltilmek kastedilmiş,
·“Sonra ona döndürülürsünüz.” ifadesiyle de kabirlerden çıkıp mahşer meydanına çıkışımız kastedilmiştir.
Sözün özü: Ayetin tenasüh ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Ayetler kabir hayatından ve berzah âleminden haber vermektedirler.
2- Bazı evliya kıssalarında veli zatların ruhlarının insan şekline büründüğü anlatılmaktadır. Bu tenasühe benzemiyor mu?
Cevap:Asla benzemiyor! Evet, Allah-u Teâlâ bazı dostlarının ruhlarını insan şeklinde temessül ettirmiş ve onlar insan gibi görünmüştür. Ancak bu bir temessüldür, yoksa o mübarek ruhlar başka bedenlere girmiş değildir. Melekler ve cinler de insan şekline girip birçok şeyler yapabiliyorlar, hatta şeytanın dahi insan şekline girip gözüktüğü hususunda birçok kıssa-ı nebevi vardır. Ancak bunların hiçbiri tenasüh değildir. Evliyanın ruhlarının da insan suretinde görünmesi bunlar gibidir. Tenasüh ile hiçbir ilgisi yoktur, kişinin aynadaki aksine benzeyen bir temessüldür.
3- Bazı yeni doğan çocuklar eski hayatlarından bahsediyorlar. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Cevap:Hadis-i şerifler ile sabittir ki, cinler insanın içine girebilir ve insanın his ve hareket sinirlerine tesir ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, cinlerin bu söz ve hareketinden hiçbir haberi olmaz. Cinlerin bu oyunu sebebiyle, dünyanın bazı yerlerinde konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak ülkelerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bazı kimseler bu çocukların iki ruhlu olduğunu veya başka bir insanın ruhunu taşıdığını sanmışlardır. Cinlerin insan üzerindeki tesirini bilmeyen cahiller bunu tenasüh sanmış ve cin ve şeytanların oyuncağı olmuştur.
Demek mesele, cinlerin insanın vücuduna girerek his ve hareket sinirlerine tesir etmesi ve bu tesirin neticesiyle de hareket ve sesin meydana gelmesidir.
4-Bazen insan bir olayı daha önce yaşadığını hissediyor. Bunlar ne ile izah edilebilir?
Buna “Dejavü” denilmektedir. Dejavü, hâlihazırda yaşanılan bir olayı, daha önceden yaşamışlık veya görülen bir yeri daha önceden görmüş olma duygusudur.
Bu, beynin yorgunluk veya başka sebeplerden dolayı bir görüntü veya ses gibi herhangi bir girdiyi, giriş anı sırasında algılayamamasından kaynaklanabilir. Beyin bu girdiyi algıladığında kişi, bu olayı daha önce yaşadığı hissine kapılabilir.
Bu hisse kapılmanın bir sebebi de şudur;
Uyku halinde insanın maddi alemle ilişkisi ve münasebeti kesildiği için, sair latife ve duygular gaybi alemle ile irtibata geçiyor. Uyku vasıtası ile maddi aleme kapanan pencereler, manevi ve misali alemlere açılıyor. Ruh da bu açılan pencerelerden o alemleri seyir ve mütalaa ediyor.  Bazen Levh-i Mahfuz’un cilveleri, bazen de kader mektuplarının numuneleri ile karşılaşıyor.
Daha sonra rüyada iken gördüğü bir hadiseyi maddi alemde gördüğünde ben bunu daha önce yaşamıştım ve görmüştüm hissine kapılıyor. Onun bu hisse kapılmasına sebep olan şey ise bunu rüyada iken gördüğünü hatırlayamamasıdır.
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniyeden daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından da kaynaklanabilir. Bir taraf diğer taraftan önce algıladığı için, geç algılayan taraf, bu olayın daha önce yaşanmış olduğu duygusuna kapılır. Bu durum sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan kaynaklanır.
Dejavünün zıttına “Jamevü” denilir ki, bu durumda insanlar tanıdığı bir çevrede yabancılık çekebilirler.
Bütün bunlar beynin fonksiyonlarıyla alakadar olup asla tenasüh ile bir ilgisi yoktur.
“Tenasüh saçmalığı” isimli eserimiz burada tamamlandı. Başta dediğimiz gibi, mesele sadece tenasühün batıllığını ortaya koymak değildi; mesele aynı zamanda, bu meseleyi savunanların ne derece İslam ve Kur’an’dan uzak olduğunu ispat ederek onların şerrinden Ümmet-i Muhammed’i muhafaza etmekti.
Cenab-ı Hak Ümmet-i Muhammed’i onların şerrinden muhafaza etsin ve razı olacağı imana bizleri vasıl eylesin! Âmin!

4 yorum

  1. Hala bu fikri savunan sözde ilahiyatçıların mutlaka okuması lazım. Bu saçma fikri nasıl kabul ediyorlar anlamak mümkün değil. Mesele çok güzel anlatılmış tebrik ediyor ve hizmetlerinizde muvafakkiyetler diliyorum.
  2. Reenkarnasyonun nasıl bir saçmalık olduğu çok güzel bir şekilde ifade edilmiş. Allah razı olsun …
  3. Bu konuyla ilgili bir video çalışması yapsanız çok istifade edilir kanaatindeyim. iyi çalışmalar…
    • Seslendirmeleri yapıldı çok yakında “Reenkarnasyon saçmalığı” ismiyle bir eser tamamlanıp sitemize konulacaktır.

Cevapla 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *
 *
reCAPTCHA sorusu resmi
Yeniden yükle
Sesli sorgu al
Yardım